16 Haziran 2008 Pazartesi

ASIL SEVDA

Ucuz sevdalarla dağladım yüreğimi, acına değer biçebileyim diye. Her yanık üst üste, daha derine indi ise de bedenimde; sana ulaşamadı. İşte öyle derinde sakladım seni. Kimse soramasın, sorduğunda bulamasın diye. Öyle bilinmeze koydum ki içimde seni, ben bile sorar oldum o sığ soruları.

Sen akışına bıraktığın hayatının kıyılarında, ayağının ucuyla suları sağa sola sıçratıp, yaptığının 'birşeyler' olduğunu zannederken, ben boranlarla dolu denizlerde sesimi, imdat çığlıklarımı, dalgalarla yarıştırıyordum.

Sessizliğimden sağır, kimsesizliğimden kör olduğum o vakitlerde hala bir ışık zannedip düşünü, kendi kabuslarımda yuvarlanıyordum herkesin önünde rezil olurcasına. Gülüşmelere aldırmadı dersem yalan olur gözyaşlarım. Savaşımın en titrek anlarında bile kalın çıktı sesim sen duymasan, insanlar aldırmasa da... Havada savurmaktan ellerimi yara yapmış kılıcıma dayandım da ayağa kalktım ben. Yine salladım yorgunluktan bayılana dek. Sadece bayıldığımda uzaklaştım savaşımdan. O ucuz sevdaların sıkıştıkları yer de işte tam o aralara denk geliyor.

Sense küçük ama altınla sıvanmış çamurla uğraşıyordun o aralar (hala uğraştığın gibi)... Binbir yerden çiçek toplayıp, çiçekten yatakta yatıyordun. Mis kokulu düşlerle kendinden geçiyordun. Sevgisizliğin ve sorumsuzluğun sefahati büyüktür. Bu devasa rahatlığın içinde dokuz kat yatağın altındaki bir bezelye tanesiydim senin için. Özün gerçekten asilse fark edebileceğin ve rahatsız olacağın bir bezelye tanesi... Sence fark ettin mi?

Ben kağıtlarda sonlandırmadım yazılarımı; sonlanmasın diye hiçbir ömür. Yine de yitmesin diye karaladım bir yerlerde binlerce yürekçesine sevgimi. Döküldüm, süründüm, dokundum satırlara, satırlar eskidi, kağıtlar yıprandı; ben onlardan önce... Kağıtlar tekrar doğaya döndüğünde bile ben direniyordum.

Bu kocaman aşka, dağlarca inancıma bir ben güldüm bir sen. Bir dinin tek tanrısı ile tek inananı idik çünkü. Belki de yalnızca sen güldün...

Aşkı büyük anlattım ben... Senin henüz buruş buruş çarşaflar sonrası ağzından dökülen iki cümle gibi değil... Öyle bahsettim ki yüreğimden, üzüntüm dokunulur oldu. Kimse dokunmasa da bir portmantoda asılı ama var oldu...

Ve bazen sonuna eklenmesin diye bir şey, karanlık bir tavana yerleştirilmiş yıldızlardan daha gerçek olup da ölmesin diye, ucunu açık bıraktım... Sen orada kal, ben üç noktalarda diye... Sen asaletinde; ben bezelyede...

Hiç yorum yok: